8 Aralık 2011 Perşembe

1139. SY. BdF Newsletter

BdF Newsletter, yeni sayısı yayınlandı.

1138. SY. Sachovy Tydenik

Sachovy Tydenik yeni sayısı çıktı.

1137. SY. New in Chess YearBook

New in Chess YearBook.  Dijitalleştirilen üç yıllık daha elleçlendi ve kolleksiyona katıldı.

1136. SY. ChessVibes Training Newsletter

ChessVibes Training Newsletter 31. sayıya kadar olan sayıların (geçen hafta) elleçlenmesi tamamlandı.

1135. SY. 64 Chess Review

64 Chess Review. 2004-2006 yıllarından noksan olan 7 sayının elleçlenmesi tamamlandı ve kolleksiyona eklendi. Böylece 2004 yıllığı tamamlanmış oldu; son durumda, 2005-2006 yıllarından beş ya da altı kadar sayı eksik kaldı.

1134. SY. ChessVibes Openings Newsletter

ChessVibes Openings Newsletter, 152. sayısına dek olan sayılar tamamlandı.

1133. Yazılım. Opera

Opera 11.60 çıktı.

1132. Casusluk. 3. MİT Raporu: Öncesi


Eymür'den Mercedes operasyonu

1 Aralık 2011 Perşembe

Yeni Şafak gazetesi köşe yazarı Abdülkadir Selvi bugünkü köşesinde, gözaltına alınan ve 6 saat sorgulanan eski MİT'çi Mehmet Eymür ile ilgili iddialara yer verdi. Selvi, Eymür'ün, cezaevinde hayatını kaybeden Kaşif Kozinoğlu ve Yeşil ile ilişkilerine ve Öcalan'a yapılması planlanan suikastın detaylarına değindi.

   
İşte Selvi'nin o yazısı:

Ergenekon soruşturması kadar önemli bir dosya, faili meçhul cinayetler soruşturması. Soruşturma kapsamında dün savcılık çok önemli bir tanığı sorguladı. Bir dönemin hafızası olan eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür'dü bu kişi. Her biri kendi çapında bir "Ergenekon" olan işlerin içinden gelen bir isim Mehmet Eymür. Sıradaki bir istihbaratçı. O nedenle tutuklanıp tutuklanmamasından ziyade, sorguda nelerin soruların sorulduğu ve ne tür cevaplar verdiği önemli.  Eğer Amerika'ya kaçırmadıysa tek başına Eymür'ün arşivi, Türkiye'nin karanlık tarihini aydınlatmaya yeter. Bunlardan sadece birini seçerek, kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlatmaya çalışacağım.

MERCEDES OPERASYONU

Ünlü Mercedes operasyonundan söz etmek istiyorum. Şam'da olduğu sırada Öcalan'ı ortadan kaldırmak için düzenlenen Mercedes operasyonunu baştan sona Mehmet Eymür planlamıştı. Operasyon için Yeşil'i seçmişti. Yeşil'in operasyon ekibinde ise cezaevinde ortadan kaldırılan MİT'çi Kaşif Kozinoğlu vardı. Operasyona geçmeden önce Murat Yıldırım'ın anlatımından Mehmet Eymür ile Yeşil arasındaki ilişkinin derinliğine dikkat çekmek istiyorum.

YEŞİL'İ MİT'E ALAN EYMÜR'DÜ

"Babamın Mehmet Eymür'e çok büyük saygısı vardı. Zaten Eymür'e,'baba' diye hitap ediyordu. Misal insanlar evi arardı, 'babam evde yok' derdik. Ama Eymür aradığında, 'Var' derdik, evde yoksa da gider bulurduk babamı." Çünkü Jandarma İstihbarat'tan tasfiye edildiğinde Yeşil'i MİT'e alan Eymür'dü.

PATLAYICI YÜKLÜ MERCEDES'LE SUİKAST

Öcalan'a suikast düzenleyecek olan ekip, önce Zonguldak'taki kömür ocaklarında normal bir personel gibi kazı çalışmalarında bulunmuştu. Plana göre, PKK'nın Şam'daki karargahına yakın bir yerden tunel açacak olan ekip, Öcalan'ın Mahsun Korkmaz-2 Akademisi'ndeki odasının altına geldiğinde bombayı patlatacaktı. Ancak Şam'daki zemin etüdü Zonguldak'taki maden ocağıyla örtüşmeyince, tünel operasyonundan vazgeçildi. Onun yerine bin ton C-4 patlayıcı yüklü Mercedes'le suikast düzenlenmesi kararı alındı.

MİT ÖCALAN'IN TELSİZLERİNİ TAKİP EDİYORDU

Devamını Murat Yıldırım'dan takip edelim: "O zaman Öcalan, Akademi'deki telsiz aracılığıyla her gün Bekaa'daki örgüt yönetimiyle irtibata geçiyor, bilgi alıyor, emir veriyor. Bu telsiz konuşması Ankara'dan MİT tarafından takip ediliyor."

Peki Plan ne?

"Öcalan her gün Akademi'ye geldiği saatte binaya girecek. Dağdaki örgüt kadrosuyla telsiz konuşmasına başlayınca MİT, babamlara işaret gönderecek. Babam da kampın hemen yakınına park edilmiş olan aracı patlatacak." Öcalan konuşmaya başladı. MİT'ten talimat geldi ve Yeşil bomba yüklü mercedes'i patlattı. Sonra?

ÖCALAN KONUŞURKEN BOMBA PATLATILDI

Öcalan konuşurken o anda bomba patlatıldı. Bomba patlatıldığı zaman birden Abdullah Öcalan'ın sesi kesildi ve o anda Abdullah Öcalan'ın konuşmasını dinlemekte olan görevliler, büyük bir sessizlik olması üzerine, birbirlerine sarıldılar. Abdullah Öcalan'ın o anda öldürüldüğünü düşündüler." Sevinç uzun sürmedi. "Biraz sonra Abdullah Öcalan'ın tekrar 'Burada bomba patladı, suikast' işte panik halindeki konuşmasını duyunca, eylemin başarısız olduğu da anlaşıldı."

ÖCALAN KÖPEĞİNİ SÜRÜKLEYE SÜRÜKLEYE GETİRECEKLER

Mehmet Eymür, Mercedes operasyonunun neden başarısız olduğunu yıllar sonra anlattı. Mercedes operasyonunu başarısız kılmak için Çevik Bir'in özel kuvvetlerde görevli ama suikast ekibinde yer alan bazı elemanları zamanından erkene çektiğini belirtti. Ama iddiaları bununla da sınırlı değildi. Genelkurmay Harekat Başkanı Çetin Saner Paşa'nın o sırada Şam Büyükelçiliği'mizdeki askeri ateşeye telefonda , "Oraya timleri yolladık. Öcalan köpeğini sürükleye sürükleye buraya getirecekler" dediğini iddia ediyordu. Muhaberat tarafından dinlenilen bu konuşmanın Öcalan'a iletildiği ve böylece operasyonun başarısız kaldığını öne sürmüştü Eymür. O sırada askeri ateşe MHP'li Kürşat Atılgan'dı. Bu iddiayı reddetti. Ama Öcalan'la aynı sitede oturduğunu reddetmesi kadar bu konudaki açıklamaları da inandırıcı olmadı. Operasyon tüyosu sadece bu yolla iletilmemişti Öcalan'a. Ergenekon sanıklarından Yalçın Küçük, "Bu bana söylendiği zaman. Strasbourgh'da bir Fransız kafesine gittim ve bunu anlattım..." PKK ile Ergenekon arasında bağlantı var mı diye soranlara sadece bu örnek dahi kafi gelir mi bilmem. Ama öğrenmek istediğim bir şey var ki, Paris'teki Yalçın Küçük'e devletin gizli operasyonunu iletenin kim olduğu? Mesut Yılmaz'ın bu bilgiyi eski Dev-Genç yöneticilerinden ANAP'lı bakan Cavit Kavak aracılığıyla Yalçın Küçük'e ilettiği iddia edildiği kimi yerlerde.

BEKAA'DA ÖCALAN'A SUİKAST

Yeşil bir de Bekaa Kampı'nda Öcalan'a suikast düzenlemeyi planlamıştı. Suriye'li elemanlarının da yardımıyla Bekaa Kampına yerleşen Yeşil, heyecanla Beyrut'tan yola çıkıp konuşma yapmak üzere Bekaa'ya doğru gelen Öcalan'ı bekliyordu. Bekaa Kampı'na yaklaştığı sırada, Öcalan'ın aracı konvoy düzenini de bozacak bir süratle geri dönmüştü. O sırada bir kudretli generalin telsiz mesajıyla Öcalan'ı suikastten kılpayı kurtardığı söylenmişti.  Bir de Nevval Boz olayı var. Bu kadar sıkıcı şeyler aktardıktan sonra içinde kadın, aşk ve kanlı infazların bulunduğu bir hikaye anlatmak istiyorum.

PKK'DAN DEVŞİRME NEVVAL BOZ

Yeşil'in PKK'dan devşirdiği alımlı bir kadın Nevval Boz. Cem Ersever, birlikte çalıştığı Yeşil'den Nevval Boz'u kendisine vermesini istiyor. İlerleyen süreçte Ersever'i kendisine aşık eden Nevval Boz, onun JİTEM'den kopmasını sağlıyor. Nevval Boz'un da katkısıyla devletin PKK ile mücadele yöntemlerini eleştiren bir yola girince, Cem Ersever'in sonu iyi olmadı. Ersever, Ankara Elmadağ'da aşkı Nevval Boz ve koruması Mustafa Deniz ile birlikte işkence edilerek öldürülmüş olarak bulundu. İnfazı Yeşil gerçekleştirmişti. Cem Ersever'in o sırada Aydınlık'ta çalışan Soner Yalçın ile buluşmayı beklerken Yeşil tarafından derdest edildiği söylenmişti. Hani canım Kılıçdaroğlu'nun, "soyadı gibi yalçın" diye sahip çıktığı Oda TV sanıklarından Soner Yalçın'dan söz ediyorum. Her yol Roma'ya çıkar gibi. Karanlık her iş de gelip Ergenekon'a çıkıyor. Bu trafiği çok iyi bilen ender isimlerden birisi Mehmet Eymür.

Sadece şu Mercedes operasyonunun içyüzünü anlatsa, bu ülkede çok şey aydınlanır.

1131. Casusluk. 3. MİT Raporu: Öncesi


Mehmet Eymür'ün inişli-çıkışlı öyküsü

30 Kasım 2011 Çarşamba, 10:23:45

İlgili Haberler: Eski MİT'çi Mehmet Eymür serbest!

Dünün flaş haberi sabah saatlerinde geldi. Eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği’nce bazı faili meçhul cinayetlere ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul’da gözaltına alınıp, Ankara’ya götürüldü. Ankara’da yürütülen soruşturma kapsamında eski Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın’ın ifadeleri üzerine gözaltına alınan Eymür’ün, Sarıyer Ferahevler Yeni Beldemiz Sitesi’ndeki evine polis ekipleri sabah saatlerinde giderek arama başlattı. Eymür’ün evinde yapılan arama, bilgisayardaki imaj kayıtlarının alınması amacıyla 11 saat sürdü. Bir dönemin önemli tanıkları arasında olan MİT’in en eski önemli ismi Eymür, tekrar gündeme geldi. Gözaltına alınan eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı.

MİT’İN EN TANINAN İSMİ

Eymür, MİT’in en tanınan isimleri arasında yer aldı. Bu özelliğiyle de farklı bir istihbarâtçı portresi çizdi. Eski Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın’ın itiraflarıyla başlatılan soruşturma kapsamında eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahimŞahin ile eski Özel Harekât polisi Ercan Ersoy’un da aralarında bulunduğu bazı kişiler tutuklanmıştı. Bu dalganın son ismi bazı faili meçhul cinayetlerle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında Mehmet Eymür oldu. Peki, İstanbul Terörle Mücadele ŞubeMüdürlüğü ekiplerince gözaltına alınan, yazdığı MİT raporlarıyla Türkiye’yi sarsan, Ergenekon ve Susurluk soruşturmalarında tanık olarak verdiği ifadelerle gündeme oturan Eymür kimdi?

68 yıl önce İstanbul’da dünyaya gelen Eymür, Ankara Maarif Koleji’nden sonra İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Yüksekokulu’nu bitirdi. Öğrencilik yıllarında sigorta ve turizm sektörlerinde çalıştı, rehberlik yaptı. Ama 23 yaşında baba mesleğini seçti: Artık o da bir MİT mensubuydu. Küçük bir not; Babası Mazhar Eymür, son günlerin en tartışmalı konusu olan Dersim ayaklanmasını bastırmakla görevli bir subaydı.

ZİVERBEY’DEN KIZILDERE’YE

Tekrar Mehmet Eymür’e dönersek... Eymür’ün adı mesleğinin ilk yıllarında işkenceleriyle ünlü Ziverbey Köşkü’yle birlikte anıldı. 9 Mart 1971 darbe girişiminden sonra adına kitaplar yazılan ünlü MİT mensubu Hiram Abas’la birlikte Ziverbey’de 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün’ün emrinde çalıştı. Kızıldere Olayı ile devrimci Ulaş Bardakçı’nın öldürüldüğü operasyonlarda yine onun adı geçiyordu. 1975’te Ankara MİT Bölge Dairesi Başkanlığı Takip Şube Müdürü olan Eymür, 1980 yılında Bulgaristan’a gitti. Yeni görevi bu ülkedeki Türk mafyasına sızmaktı. Sızmasına sızdı ama deşifre oldu, Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı. 1982 yılında dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren’in damadı Erkan Gürvit tarafından Köşk’e çağrıldı. Bu seferki görevi ASALA’ya karşı operasyonlar düzenlemekti. Sırasıyla Mardin MİT Bölge Müdürlüğü ve Ankara’da Kaçakçılık ve İstihbarat ŞubeMüdürlüğü Başkan Yardımcılığı’na getirilen Eymür, 1984 Şubat’ında Genelkurmay’dan aldığı özel izinle “Babalar Operasyonu”nu başlattı. O dönem aralarında Dündar Kılıç ve Behçet Cantürk’ün de bulunduğu yeraltı dünyasının ünlü isimlerini sorguladı.

ÖZAL GÖREVDEN ALINDI

Eymür, meslek yaşamının en önemli kırılma noktalarından birini 1988’de MİT Güvenlik Daire Başkanı koltuğunda otururken yaşadı. Turgut Özal’lı yıllardı... Dönemin MİT Müsteşarı Hayri Ündül’ün isteğiyle “Yeraltı dünyası, polis ve kamu görevlileri” konusunda Birinci MİT Raporu’nu hazırladı. Eymür, 23 sayfalık raporu Ündül izinli olduğu için yardımcısı Hiram Abas’a ve bir kopyasını da Cumhurbaşkanlığı MİT Temsilcisi Erkan Gürvit’e verdi. Raporda mafyanın Başbakan Turgut Özal’a karşı DYP ve SHP’ye sızarak örgütlenme girişimlerinde bulunduğu, İstanbul polisinin başındaki Ünal Erkan ve Mehmet Ağar’ın yeraltı dünyasıyla ilişkileri olduğu, Orgeneral Necdet Üruğ’un İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı sırasında bu dünya ile ilişki kurduğuna ilişkin satırlar dikkat çekiyordu. MİT Raporu basına sızınca Hiram Abas’la birlikte Eymür, görevlerini bırakmak zorunda kaldı.

ÇİLLER GÖREVE ÇAĞIRDI

Eymür emekliliğinin yedinci yılında, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in isteğiyle, 31 Ocak 1995’te MİT’e tekrar geri döndü ve oluşturulan Kontrterör Daire Başkanlığı’na getirildi. Eymür bu dönemde ikinci MİT raporunu kaleme aldı. Rapordaki hedef isim yine Mehmet Ağar’dı. Bu raporda da Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde Ağar’ın görünüşte PKK ve Dev-Sol’a karşı operasyonlar yapmak amacıyla Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Sami Hoştan ve Yaşar Öz gibi isimlerden oluşan bir ekip kurduğu iddia edildi. Bu ekibi eski MİT görevlisi Korkut Eken’in sevk ve idare ettiği, ekipteki kişilere resmi kimlikler, yeşil pasaportlar verildiği, bu kişilerin polis eskortlarıyla dolaştığı, uyuşturucu kaçakçılığı, adam öldürme gibi eylemleri yaparken polis himayesinden yararlandıkları ileri sürüldü. Rapor basına sızdıktan 45 gün sonra Susurluk kazası yaşandı ve Eymür’ün kaleme aldığı bu rapor Susurluk’un habercisi olarak yorumlandı. Eymür, 1997 yılında Mesut Yılmaz başbakan olduktan hemen sonra Washington’a gönderildi. Alaattin Çakıcı’nın yakalanmasından sonraysa geri çağrıldı. Geri dönmemekte ısrar eden Eymür, Şeker Fabrikaları’na müşavir olarak atandı. MİT’ten ayrılan Eymür, Washington’da yaşamaya başladı ancak kurduğu atin.org adlı internet sitesindeki iddialarıyla gündemde kalmaya devametti. 2003 yılında Türkiye’ye dönen Eymür son olarak işadamı Sudi Özkan’ın danışmanlığını yapıyordu.

YEŞİL’İ KORUMAKLA SUÇLANDI

Abdullah Çatlı’nın, Mehmet Özbay sahte ismiyle yaşadığı da ilk kez ikinci MİT raporuyla açıklandı. Susurluk olayı soruşturmasında eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanvekili Hanefi Avcı tarafından Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ı koruyup, kollamakla suçlandı. Eymür, verdiği bir röportajda Yeşil’in MİT’le değil kendisiyle özdeşleştirilmesinden rahatsız olduğunu belirtti ve “Teşkilatın elemanları arasında yüzlerce Yeşil var. Yeşil önce de vardı, yetkililer ne derse desinler, bundan sonra da olacaktır” dedi.

EMEL SAYIN’DAN ÖZÜR DİLEDİ

Eymür kaleme aldığı Birinci MİT Raporu’nda ünlü sanatçı Emel Sayın’ın, Orgeneral Necdet Üruğ’la birlikte olduğu iddiasın da bulundu. Sayın’ın büyük tepki gösterdiği bu iddia ile ilgili Eymür 17 yıl sonra şu sözlerle özür diledi: “Kamuoyunda MİT Raporu olarak isimlendirilen raporun tek yanlışı Emel Sayın Hanımefendi ile ilgili kısımdır ve ismi maalesef hatalı bir istihbarat bilgisi nedeniyle MİT raporunda yer almıştır.”


Bülent GÜNAL / Gazete HABERTÜRK

Anahtar Kelimeler: MİT, tansu çiller, rapor, darbe, emel sayın, mehmet ağar, mesut yılmaz, abdullah çatlı, Mehmet Eymür, Kontrterör Daire Başkanı 

1130. Casusluk. 3. MİT Raporu: Öncesi

Gayri resmi tarihin sır adamı


Eski MİT Kontr-Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür neden gözaltına alındı? Faili meçhul cinayetleri kimlerin yaptığını bildiği için mi? Yeşil'i koruyup kolladığı için mi? Yoksa çok bilen adam olduğu için mi? Başta kendisi olmak üzere herkes bu gözaltı olayına şaşırdı. Gazetecilere ilk söylediği şuydu: "Beni neden gözaltına aldıklarını bilmiyorum." Eymür'ü de medyayı da şaşırtan şey, onun Türkiye'nin son 10 yılına damgasını vuran darbe girişimlerine, çeteci örgütlenmelerine karşı çıkıp ifade vermek istemesine rağmen gözaltına alınmasıydı. Oysa ortada onu gözaltına aldıran "farklı bir şey" vardı ve onu da Eymür'ün bilmiyor olması şaşırtıcıydı. Çünkü o, bu devletin  "gayri resmi tarihi"nin son 40 yılına tanıklık eden "sır" dolu bir istihbaratçıydı. Bazen kişiler "kurumları" da aşan bir misyon üstlenebiliyor. Eymür de onlardan biri... Tıpkı bir dönem İstanbul MİT Başkanı olan Nuri Gündeş gibi... Gündeş birçok MİT başkanını bile gölgede bırakacak etkiye sahipti. Eymür'ü gazeteci olarak ilk kez MİT Raporu'nun 1988'de yayımlanmasıyla tanıdım. 12 Eylül askeri diktatörlüğü döneminde asker-polis-işadamı ve yeraltı dünyasının iç içe nasıl geçtiğini anlatmıştı o raporda. Sarsılmıştık ama anlattıkları bildiklerinin binde biri bile değildi. Sadece, istediği kadarını deşifre etmişti. 1994'teki ikinci MİT Raporu da öyle... Mehmet Ağar-Abdullah Çatlı ilişkisi ve Özel Timcilerin ötesine geçmeyen bilgiler vardı. Peki, 90'lar sadece o ilişkiden mi ibaretti? Böyle olmadığını Eymür de biliyor. Çünkü Eymür de sadece bu iki rapordan ibaret bir istihbaratçı değildi. O daha 70'lerde Ziverbey Köşkü'ndeki işkencelerden Kızıldere baskınına, çalkantılı siyasi sürecin en başında yer aldı. O, sağ sol çatışmalarından, "Özel Harp Dairesi"nin "iç düşman" operasyonlarına, 12 Eylül darbesinden Asala bağlantılı "Babalar Operasyonu"na, hatta PKK lideri Öcalan'a yapılan ilk dış operasyondan, 90'lardaki faili meçhul cinayetlere kadar yakın tarihin en önemli siyasi olaylarının ya içinde ya da çevresinde yer almış bir isimdi... Tam bir  "gayri resmi tarih" ya da devletin "sorun çıkartma kabiliyetine sahip" etkin aktörlerinin yakın tanığı... Bu toplum, sağ- sol, laik- anti laik, Alevi-Sünni ve Türk- Kürt diye o kadar çok karşı karşıya getirilmek istendi ki... O defterler bir açılsa neler çıkmaz ki... Eymür gibi birinin bu konularda söyleyeceği şeyler ya da arşivindeki bilgiler tarihin akışını bile değiştirebilir... Tutuklasa da tutuklanmasa da Eymür'ün gözaltına alınması "gayri resmi tarihle" yüzleşme ve "sorgulanmazlar tabusu" açısından bir milat olacak... Arkası da gelecek... Zaten 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin yargılanmasıyla ilgili süreç devam ediyor, 90'lı yıllardaki faili meçhuller sorgulanıyor. Dahası Azınlık Vakıfları'na ait malların iadesi ve Dersim meselesindeki "özür"le birlikte bir "geçmişle yüzleşme" süreci içindeyiz. Seçilmiş sivillerden çok atanmışların sözünün geçtiği "Bürokratik Cumhuriyet"in demokrasiyle buluşması için "gayri resmi tarih"in sorgulanması gerekiyor.  Eymür, savcılık sorgusundan sonra serbest bırakılsa da arşivlerine el konulması -sanıyorum önemli ve özel arşivini evinde saklayacak kadar saf değildir ama- ve ifadeye çağrılması Türkiye'nin bu sorgulamayı yapmaya başladığını gösteriyor. Bu sorgulamanın burada kalmayacağı da çok açık... 

1129. SY. Mavi Kale


Mavi Kale yeni sayısı çıktı.

1128. Casusluk. 3. MİT Raporu: Öncesi

Eymür'den sonra Şenkal Atasagun mu?

Eymür, "devlet- mafya bağlantılarının" bir parçası mıydı? Fatih Altaylı'ya göre "evet"...  Şenkal Atasagun, 8 Şubat 1998'de Mesut Yılmaz hükümeti döneminde MİT Müsteşarı olduktan bir süre sonra, Alaaddin Çakıcı'nın üzerine gitti ve 18 Ağustos 1998'de Çakıcı Fransa'da yakalandı. Fatih Altaylı, Hürriyet'teki bir yazısında, devlet-mafya bağlantılarının tasfiyesi yoluna gidildiğini söyleyerek, Mehmet Eymür'ün Atasagun tarafından görevden alınmasını da, bunun bir adımı olarak gösterdi. Söz konusu iddia üzerine, Mehmet Eymür'ün eşi Janset Eymür, hem kocasını savundu, hem de İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal suikastının azmettiricisi olarak Mehmet Cemal Kulaksızoğlu ile Kaşif Kozinoğlu'nun ismini verdi. Janset Eymür, Kulaksızoğlu'nun, Yavuz Ataç'ın adamı olduğunu, Kaşif Kozinoğlu'nun ise Çin Sincan Bölgesi'nde (Doğu Türkistan) Pekin yönetimine karşı mücadeleyi örgütlediğini söyledi. (Unutmayalım, Yavuz Ataç da MİT adına Pekin'de bulunuyordu) Janset'e göre, Yavuz Ataç ve Kozinoğlu, Şenkal Atasagun'un yakınlarıydı. Atasagun, önemli bir göreve getirdiği Yavuz Ataç'ı, Eymür'e karşı kışkırtmıştı. Neticede, Eymür ile Ataç, Eymür'ün makamında birbirlerini yumruklamışlardı. (Yavuz Ataç'ın Alaaddin Çakıcı'nın da yakını olduğunu bir kenara kaydedelim. Çakıcı, Ataç'ın MİT'te, ağırlığı olan bir göreve getirilmesi için, Anap milletvekili Eyup Aşık üzerinden Mesut Yılmaz'a baskı yapmıştı.) 

***

Silivri'de vefat eden Kaşif Kozinoğlu da, Alaaddin Çakıcı ile ilişki kuran bir MİT mensubuydu. 2004'te, Kozinoğlu'nun, Çakıcı'nın 5 ayrı arkadaşıyla telefon konuşması yaptığı ortaya çıkmıştı. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, "Faaliyetlerinden haberim vardı. Benim bilgim dahilinde hareket etmiştir" diye ona sahip çıkmıştı. Kozinoğlu, bir yandan Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile görüşüyor (Nisan 2004), Çakıcı'nın davasının hemen sonuçlanmamasını, Çakıcı hapse girer veya yurtdışına kaçarsa bazı önemli bilgilerin temin edilemeyeceğini söylüyordu; bir yandan da, Çakıcı'nın adamlarına "iyi haberler" veriyordu: "En kötü ihtimal 8 ay oyalar, diğerlerini zaman aşımına sokarız... Ben dışarıda rejim değiştirmiş adamım, Yargıtay'daki bir dosya ne ki! Bunlar devlet menfaatleri için gereken şeyler. Biz söylüyorsak düşünmek onlara kalmaz. Gereği yapılır" diyordu.  Kozinoğlu'nun Atasagun'un bilgisi dahilinde Çakıcı'yla teması olduğu anlaşılıyor. Kozinoğlu, DGM'ye verdiği ifadede, Çakıcı'nın arkadaşlarıyla yaptığı telefon konuşmalarını, "Bir suikastı önlemek için o teması kurmuştum" gerekçesiyle açıklamıştı.  Madem Mehmet Eymür ifade veriyor ve madem Kozinoğlu öldü ya da öldürüldü, derin konularda malumat sahibi olduğunu sandığımız Şenkal Atasagun'un da bilgisine başvurmak gerekmez mi? 

1127. Casusluk. 3. MİT Raporu: Sonrası



Listeyi MGK'ya sunmuş olabilirim


Faili meçhullerin doruğa çıktığı dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe'den çok çarpıcı açıklama: PKK'ya yardım eden işadamlarının ve devlete sızan PKK'lıların listesi bize gelmişti. Ama bu isimlerin öldürüldüğü konusunda bilgim yok

'FAİLİ Meçhul Cinayetler' soruşturmasını yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, cinayetlerin işlendiği dönemde Milli Güvenlik Kurulu'na (MGK) sunulduğu iddia edilen, 'PKK'ya yardım eden Kürt işadamları' ve 'Devlete sızan PKK'lılar' başlıklı listelerin izini sürerken, dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe'den, çok çarpıcı açıklama geldi. Listenin varlığını doğrulayan Menteşe, 'Böyle bir liste bize gelmişti. MGK'ya sunmuş olabilirim. MGK Genel Sekreterliği'nde bulunabilir' dedi. Menteşe'nin, AKŞAM'a özel açıklamaları şöyle: CENAZEDE BAKANLIK TEKLİFİ: Milli Eğitim Bakanlığı yaptığım 1993 yılında terör eylemlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Tuğgeneral Bahtiyar Aydın Lice'de öldürüldü. Dönemin Başbakan'ı Tansu Çiller, cenazesine benim de katılmamı istedi. Cenazede Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de vardı. İçişleri Bakanlığı teklifini cenaze töreninde aldım ve hemen göreve başladım. FAİLİ MECHULLERİ DE ELE ALDIK: Ülkenin ana gündemi terör olduğu için İçişleri Bakanı olarak haftada üç gün değerlendirme toplantısı yaptım. İçişleri, Dışişleri müsteşarları, MİT müsteşarı, Jandarma Genel Komutanı, Emniyet Genel Müdürü ve terörle mücadelede görevli bazı generallerin de katıldığı bu toplantılarda faili meçhul cinayetleri de ele aldık ve aydınlatılması için çok uğraş verdik. Uğur Mumcu, Behçet Cantürk cinayetinin aydınlatılması için de talimatlar verdim.  BAKANLIĞA GÖNDERİLEN LİSTE: MGK toplantılarının da ana gündemi terördü. Bakanlığım döneminde, PKK'ya yardım eden bazı işadamları ve devlete sızan PKK'lıları gösteren bir liste, istihbarat birimlerinden bize gelmişti. Bu listeyi MGK'ya sunmuş olabilirim. Hafızamı zorluyorum, vermiş olma ihtimali yüksek çıkıyor. Ancak çok zaman geçtiği için kesin konuşamıyorum. Listedeki isimleri ise hatırlamıyorum. Dönemin Özel Kalem Müdürü Ertuğrul Öztürk'ü arayıp sordum. 'Gizlilik dereceli belgeleri o dönemde yok ediyorduk' yanıtı verdi. Bu nedenle listenin bir nüshası elimde yok. MGK'YA SORULABİLİR: Bu listenin bir örneği belki MGK'da olabilir. MGK Genel Sekreterliği'ne sorulursa ortaya çıkar. Listedeki isimlere yönelik, MGK'da ya da, İçişleri Bakanlığı'nda bir yaptırım kararı verilmesi mümkün değil. MGK'da sadece genel değerlendirmeler yapılırdı. Bakanlığım sırasında hukuka aykırı hiç bir icraatın içinde olmadım. Bu listede yer aldığı ileri sürülen bazı işadamlarının devletiçi çetelerce öldürüldüğü iddialarını ben de gazetelerden okuyorum. İddialara muhatap isimler arasında dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar da var. O tarihlerde böyle bir duyum alsaydım gereğini yapar Ağar'ı görevden alırdım. SAVCI DAVET EDERSE DÜŞÜNÜRÜM: Bugün yazılan iddiaların hiçbirinden haberim yok. Söz konusu listelerde isimleri geçen kişiler hakkında da, yargısız infaz veya hukuka aykırı bir işlem yapıldığına tanık olmadım. Bu nedenle kendiliğimden gidip ifade vermem. Savcı davet ederse değerlendiririm.  SAVCILIK DA LİSTENİN PEŞİNDE 'Faili meçhul cinayetler' soruşturmasını yürüten Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel, İstihbarat birimlerince hazırlanıp İçişleri Bakanı Nahit Menteşe tarafından MGK'ya sunulduğu ileri sürülen 'PKK'ya yardım eden Kürt işadamları' ve 'Devlete sızan PKK'lılar' başlıklı listelerin de peşine düştü. Dönemin gazetelerinde tarama başlatılırken Savcı Yüksel, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne yazı göndererek, böyle bir listenin olup olmadığını sordu. Kasım 1993 tarihli gazetelerde, 'Devlete sızan PKK'lılar' başlıklı bir listenin Menteşe tarafından MGK'ya sunulduğu haberi yayınlanmış, ancak Menteşe ve dönemin yetkililerince bu yönde bir açıklama yapılmamıştı.




1126. Casusluk. 3. MİT Raporu: Sonrası



Eymür'ün ifadesi, faili meçhul soruşturmasını derinleştirecek

08.12.2011


Faili meçhul cinayetler soruşturmasında 'şüpheli' sıfatıyla sorgulanan eski MİT mensubu Mehmet Eymür, Tansu Çiller'den Mehmet Ağar'a, Hanefi Avcı'dan Nuri Gündeş'e birçok isim hakkında iddialarda bulundu. Eymür'ün özel yetkili savcıya verdiği 9 sayfalık ifadesinin ardından bu isimlerin de bilgisine başvurulup başvurulmayacağını önümüzdeki günler gösterecek. Faili meçhul cinayetler soruşturması, Susurluk davası hükümlüsü eski Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın'ın 18 yıl aradan sonra 4 faili meçhul cinayetle ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nda itiraflarda bulunmasıyla başlamıştı. Çarkın'ın ifade vermesinin ardından 9 eski Özel Harekâtçı tutuklandı. Soruşturma kapsamında işadamları Halis Toprak, Ahmet Hamoğlu ve Atilla Yıldırım, özel yetkili savcıya tanık sıfatıyla ifade verdi. Toprak'ın isminin öldürülecek 40 kişilik infaz listesinde yer aldığı ileri sürüldü. İşadamı Ahmet Hamoğlu da Korkut Eken'e para verdiğini kabul etmişti. Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından eski Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin de soruşturma kapsamında 'şüpheli' sıfatıyla ifadesi alındıktan sonra tutuklanmıştı. Yine Ergenekon davasının tutuksuz sanığı, organize suç örgütü elebaşısı Sedat Peker de soruşturma kapsamında ifade verenler arasında yer almıştı. Tüm bu gelişmelerin ardından Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği MİT'e bir yazı göndererek, cinayetlerin işlendiği döneme ilişkin bütün belge ve kayıtların gönderilmesini istemişti. 1993 yılında Hacı Karay, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Behçet Cantürk, Faik Candan gibi onlarca Kürt işadamı infaz edildi. Soruşturmada ifade veren eski MİT mensubu Mehmet Eymür, bu faili meçhul cinayetlerle ilgili önemli bir belgeyi işadamı Tarık Ümit'te gördüğünü anlattı. Bu olayı Eymür savcıya şöyle aktardı: "Tarık Ümit, göreve döndüğüm ilk günlerde İstanbul'a geldiğimde bana 'telefon açarak görüşmek istediğini söyledi' bunun üzerine ben Tarık Ümit'in İstanbul'da bulunan evinde görüştüm. Tarık Ümit'in Kızıltoprak'ta bir evi vardı, bu evde yaptığımız görüşmede bana '40 kişilik ölüm listesi' olduğunu söyleyerek bu listeyi verdi. Bunlardan bazılarının üzeri çizilmiş ve infazları vardı, gördüğüm kadarıyla Behçet Cantürk ismi de çizilenler arasındaydı. Bunun üzerine ben de bunu MİT Müsteşarlığı'na rapor ettim. MİT Müsteşarlığı olarak faili meçhul olaylarla ilgilenmeye başladık, ayrıca Tarık Ümit'i de tekrar kullanmaya başladık." 

Hanefi Avcı karanlık işler yapıyordu


Mehmet Eymür'ün, ifadesinde en çok dikkat çeken bilgilerden biri de Devrimci Karargah davasının tutuklu sanığı eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile ilgili. İddiaya göre Avcı, PKK'lı teröristleri İstanbul'a getirip kullanıyordu. Eymür, Taraf gazetesinde yayımlanan ifadesinde Avcı'nın illegal faaliyetleri konusunda şu bilgileri verdi: "Sedat Peker'in ifadesinde geçtiği üzere Hanefi Avcı'nın söz konusu bu oluşumla nasıl bir irtibatı olduğunu bilmiyorum ama Hanefi Avcı'nın karanlık işler yaptığını biliyorum. Pişmanlık Yasası'ndan yararlanan PKK'lı teröristleri İstanbul'a getirdiğini ve bu şahısları kullandığını biliyorum. Her ne kadar Hanefi Avcı, Susurluk Komisyonu'ndaki ifadesinde söz konusu oluşumu deşifre eden açıklamalar yapmış olsa da, ifadeleri ayrıntılı incelendiğinde Avcı, Ağar'dan bir kez bahsetti, sanki olayın tek sorumlusunu Yeşil gibi göstererek bu olayı asıl yapan ve yaptıranları sakladığı görülecektir. Hanefi Avcı, özellikle Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve Medet Serhat cinayetlerinde İstanbul İstihbarat müdürü olarak görev yapıyordu. Abdullah Çatlı'yı Abdullah Çatlı olarak biliyordu. Hatta Çatlı'nın evinde bildiğim kadarıyla o tarihte arama da yapmıştı. Hiçbir şekilde Çatlı'ya dokunmadı. Ayrıca Hanefi Avcı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat başkan yardımcısı iken genel müdür de Mehmet Ağar'dı. Yine İstihbarat Daire başkanı Emin Aslan'dı. Emin Aslan, Mehmet Ağar'ın sağ koluydu. Her türlü pasaport veren, resmî belge düzenleyen ve resmi belgelerde imzası bulunan şahıs Emin Aslan'dı. Benim tahminime göre Emin Aslan ile Hanefi Avcı'nın bu işlerden haberinin olmaması mümkün değildir. Zaten o günlerde Gebze'de yakalanan iki itirafçı üzerinde sahte kimlikle, silahla ve telsizle ele geçiriliyorlar, kendilerine soru soran polislere 'Biz Hanefi Avcı ile çalışıyoruz.' diye söylüyorlar, ondan sonra da bırakılıyorlar."

MİT'İ UYARDIM: BU ŞEBEKEYE DİKKAT!

"Susurluk olayı patlak vermeden önce MİT Kontr-terör Dairesi başkan yardımcısı olarak tüm MİT bölge başkanlıklarına bir yazı yazdım. Devlet içinde görev yapan etkili şahısların güdümünde bir kısım kamu görevlilerinin de içinde olduğu, siyasi cinayetler işleyen, haraç toplayan bir terör örgütü geliştiği, isimlerini tek tek yazdığım bu şahısların izlenerek konu üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğini belirten bir yazı yazdım. Yazı üzerine daha sonra duyduğum kadarıyla MİT İstihbarat başkanı olan Miktat Alpay isimli kişinin bu yazıyı tek tek bölge başkanlıklarından geri aldığı, yazının kayıtlı olduğu defteri eksilterek, yeni kayıt defteri açtığını öğrendim..."

1125. Casusluk. 3. MİT Raporu: Önceki Gelişmeler

Eymür çok şey biliyor


Dün gözaltına alınan Mehmet Eymür, uzun seneler (1966-1988; 1994-1998) MİT'te görev yapmıştı. 1980'li yıllarda, Eymür, Özal'ın yakınıydı. Hatta, Zeynep Özal'ın davulcu Asım'la evlenmesini engelleme operasyonuna bile adı karışmıştı. O günlerde gazetelere Asım'ın kaçırılmak istendiği haberi yansımış, Zeynep Hanım da "Kraldan fazla kralcılar benim evliliğimin önünü kesmek için bazı girişimlerde bulundular" demişti. 1988'de MİT raporu denilen bir rapor piyasa sürüldü. İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar hedeflerden biriydi. MİT ile Emniyet arasındaki yetki çatışmasının böyle bir raporun kaleme alınmasında etkili olduğu anlaşılınca, MİT Müsteşarı Korgeneral Hayri Ündül ile Mehmet Eymür emekliye sevk edildiler. 1994 Şubat'ında Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde, MİT'te özel bir birim kuruldu ve Eymür, MİT KontrTerör Daire Başkanı oldu. 22 Eylül 1996'da gene Mehmet Ağar'ı hedef alan 2. MİT raporu Aydınlık dergisinde yayınlandı. Bunun da, müellifinin Mehmet Eymür olduğu ileri sürüldü. Rapor, Mehmet Ağar'ın Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi isimlerle ilişkisi olduğunu iddia ediyordu. Tansu Çiller görevden ayrıldıktan sonra, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın yerine, Şubat 1998'de Şenkal Atasagun geldi. Atasagun, Mehmet Eymür'ü görevden uzaklaştırdı. Güvenlik birimleri, daha doğrusu MİT, JİTEM ve Emniyet arasında sürekli bir yetki çatışması yaşanıyordu. Meselâ, Mehmet Eymür, KontrTerör Daire Başkanı'yken, Yeşil (Mahmut Yıldırım) vasıtasıyla Öcalan'a yönelik operasyon yapmak istedi; onun kanaatine göre, bu operasyonu başka birimler sabote etti. Eymür, Tarık Ümit'i de kullanıyordu. Ümit, faili meçhul bir cinayete kurban gitti. (5 Mart 1995) Mehmet Eymür, bu kişiyi İbrahim Şahin'in adamları olan Özel Tim'den Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça'nın öldürdüğünü iddia etti. Buna mukabil, Emniyet'in zaman zaman istifade ettiği Alaaddin Çakıcı, Mehmet Eymür'ün hasmıydı. Refahyol devrilip, Yılmaz hükümetinin kurulmasından sonra, kamuoyuna yansıyan bazı telefon kayıtları, Alaaddin Çakıcı'nın, Pekin'deki MİT görevlisi Yavuz Ataç'ın MİT müsteşarlığında önemli bir makama getirilmesi için, ANAP'lı bakanlardan Eyüp Aşık nezdinde kulis yaptığını ele verdi. Çakıcı, Eyüp Aşık'la konuşmasında Mesut Yılmaz'a yaptığı hizmetleri (artık o hizmet neyse???) hatırlatıyor, buna mukabil Yavuz Ataç'ı daha önemli mevkilerde görmek istediğini söylüyordu. "Gözlüklü" kod ismiyle andığı Mehmet Eymür'ün ise, MİT'ten uzaklaştırılmasını talep ediyordu. (Bu kayıtlar 1997 sonu-1998 başına aitti) Nitekim, yukarıda da belirttiğim gibi, 1998'de Şenkal Atasagun'un MİT Müsteşarı olmasıyla Eymür görevden alındı. Yavuz Ataç da, Müsteşar Atasagun'un himayesi altında önemli bir yere getirildi.

YARIN: Eymür'den sonra Şenkal Atasagun mu?

Hanefi Avcı, Mehmet Eymür ve iddialar


Mehmet Eymür gözaltında... Eymür'ün, Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın'ın faili meçhullerle ilgili iddiaları kapsamında sorguya çekileceği ileri sürülüyor. Oysa, Çarkın, Özel Harekât'ın bazı üyelerinin suikastlara karıştığını söylemişti. Dolayısıyla, Özel Harekât ile ihtilâf halinde olan Mehmet Eymür'ün, Çarkın'ın hedefindeki kişilerle bir ilişkisi bulunduğunu hiç sanmıyorum. Buna mukabil, adı birçok olaya karışan Yeşil ve Tarık Ümit'le birlikte çalışmıştı. Eymür, Yeşil'i (Mahmut Yıldırım'ı), sadece Öcalan'a karşı operasyonlarda kullandığını söylüyor. Bununla beraber Yeşil'in başka kirli işleri oldu. Hatta,  "kumarhaneciler kralı" Ömer Lütfü Topal öldürüldüğünde, cebinden, "Yeşil"in isminin yazılı olduğu bir kâğıt çıkmıştı. Yeşil'i önceleri JİTEM kullanmış, sonra Eymür için çalışmaya başlamıştı. Hanefi Avcı, hem Emniyet'te, hem de MİT'te menfaat çetelerinin oluştuğunu ileri sürerek, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Sedat Peker, Drej Ali, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi isimleri "Emniyet grubunda" göstermiş, bunun karşısında Hadi Özcan ve Yeşil mafyasının Mehmet Eymür'le birlikte hareket ettiklerini belirtmişti. Hanefi Avcı'ya göre, bu iki grubunun çelişkisi, MİT-Emniyet kavgası diye takdim ediliyordu. Mehmet Eymür, cevaben, "Mehmet Ağar ve çevresiyle yıllardan beri çekiştiğim doğrudur. Ancak bu, kişisel bir çekişme olmayıp, mesleğimin gereği yürüttüğüm bir fazilet mücadelesidir" demişti. Hadi Özcan'la doğrudan ya da dolaylı hiçbir irtibatının olmadığını, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'la ilgili konulardaki çalışmalarının yasal sınırlarda kaldığını ve MİT'in üst makamlarınca bilindiğini açıklamıştı. Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve diğer 5-10 yargısız infaza ilişkin suçlamaların gerçekle bağdaşmadığını, o tarihlerde görevde olmadığını belirterek izah etmişti. Hanefi Avcı, Yaprak TV'nın sahibi Mehmet Ali Yaprak'ın ilk kaçırılmasında Mehmet Ağar ve ekibinin, ikinci kaçırılma olayında ise Mehmet Eymür'ün parmağının olduğunu ileri sürmüş, Eymür, hadiseyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını, söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu belirtmişti. Hanefi Avcı'nın suçlamaları ve Eymür'ün cevapları 1997'de Susurluk Komisyonu'na verilen ifadelerde yer almaktadır. Tahmin ediyorum, savcılık, Ayhan Çarkın'ın iddialarından ziyade, Hanefi Avcı'nın ortaya koyduğu tabloyu aydınlatmak üzere harekete geçti. Çünkü Susurluk Komisyonu'nda, herkes eteğindeki taşı döktü ama hiçbir şey sonuca bağlanamadı. Bakalım bu defa, nasıl gelişmeler olacak?

Susurluk'un yıldönümünde düşüncelerim


3 Kasım 1996'da meşhur Susurluk kazası cereyan etti. O tarihte, bir derin yapıdan söz edildi ama olay, sadece, birkaç polisin üzerine yıkılmak istendi. Ayrıca, perde arkasında dönen dolapların meydana çıkarılması amacıyla sivil toplum hareketlendi, "Aydınlık için bir dakika karanlık" eylemleri düzenlendi. Fakat bu eylemler, son derece maharetle manipüle edildi ve Susurluk protestoları, Refahyol protestosuna dönüştürüldü. Sanki, derin devletin temelinde Refah Partisi vardı. Erbakan'ın başka bir vesileyle sarf ettiği "fasa fiso" kelimesi, "Susurluk meselesine fasa fiso diyor" şeklinde kamuoyuna takdim edildi. Oysa Erbakan, Susurluk'un üzerine yeterince gitmediği sözlerine cevaben, o iddiaları "faso fiso" olarak nitelendirmişti. Susurluk'ta ortaya çıkan, "Derin yapının, menfaat çetesi haline dönüşmüş şekliydi." Ölüm listesinde yer alan Kürt işadamlarına, "para karşılığı, listeden çıkarılacakları" vaadi veriliyordu. Bunlardan en önemlileri, Captagon hapları dağıtıcısı Mehmet Ali Yaprak ve kumarhane sahibi Ömer Lütfü Topal'dı. Yaprak olayının üzeri, -Refahyol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın ısrarlı takibine rağmen-, yargı tarafından örtüldü. Ömer Lütfü Topal da, parayı birilerine ödemişti ama herhalde dağıtımdan payına düşeni alamayanların kurbanı olmuştu. Susurluk'ta konu polisin üzerine yıkılmış, Veli Küçük, Teoman Koman gibi isimler himaye görmüştü. İlk başlarda, -bir özeleştiri yapayım- ben de işin vahametini tam anlamıyla kavrayamamış, JİTEM- Özel Tim rekabeti yüzünden İbrahim Şahin ve arkadaşlarının haksız yere suçlandığını sanmıştım. Gerçi böyle bir rekabet vardı ama çeteleşen derin devletin içinde, hem Özel Tim mensupları, hem JİTEM, hem de bazı MİT elemanları yer alıyordu. Susurluk Komisyonu'na verilen ifadeler, özellikle Komisyon'da ve 32. Gün'de konuşan Hanefi Avcı'nın sözleri, olayın mahiyetini daha iyi anlamama vesile oldu. O günlerde Akşam gazetesinde şöyle yazdım: "Emniyet İstihbarat Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı'nın Susurluk Komisyonu'na söyledikleri bir hayli ilginç. Anlattıkları, sadece Özel Tim ve Mehmet Ağar'a yüklenmek istenen bir sorumluluğun, JİTEM ve MİT tarafından da paylaşıldığını ortaya koyuyor. Hanefi Avcı şöyle diyor: 'JİTEM'de, Cem Ersever ve Yeşil kod adıyla bilinen görevli; Emniyet'te Genel Müdür Ağar'a bağlı olarak çalışan Korkut Eken ve İbrahim Şahin; MİT'te Mehmet Eymür'e bağlı çalışan yüzbaşı Kaşif ve Duran Fırat ayrı ayrı ekipler oluşturmuşlardır.' Avcı, ayrıca, Kocaeli eski Alay Komutanı Veli Küçük'ün de adını 'çete üyesi' olarak veriyordu. Peki neden sadece Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Özel Tim'in üzerine gidiliyor? Ortada ya bir rekabet veya siyasi bir oyun var... DGM'deki telefon kayıtları, Çatlı'nın cep telefonuyla kimleri aradığını gösteriyor. Çatlı, Nevzat adına kayıtlı telefondan, 15 ve 16 Temmuz tarihlerinde, üç kere Albay Veli Küçük'ü aradı. Küçük, daha sonra Tuğgeneral oldu ve Giresun'a tayini çıktı. Çatlı, 23 Eylül 1996'da bu defa Giresun Jandarma Komutanlığı'nı aradı. Herhalde Veli Küçük ile konuştu. Polat adına kayıtlı telefonu kullanan Ömer Lütfü Topal'ın ortağı Sami Hoştan'ın da 24 Temmuz-24 Ağustos 1996 arasında Veli Küçük'ü aradığı telefon kayıtlarından anlaşılıyor. Polat adına kayıtlı telefondan, Sami Hoştan, Korkut Eken'le de irtibat kuruyor. Telefon kayıtlarının ışığı altında akla gelen soru şu: Acaba Sami Hoştan'ı da devlet mi kullanıyordu?" (12 Şubat 1997- Akşam)
***

Bugün Veli Küçük, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Ergenekon'dan tutuklu. MİT'ten Kaşif denilen kişinin (muhtemelen Kaşif Kozinoğlu), Oda TV ile ilişkisi ortaya çıktı. O da tutuklandı. 1996'da 3-5 polis memuruyla kapatılmak istenen koskoca Ergenekon, iyice deşifre oldu. 1996-1997'de Veli Küçük'ü ya da Teoman Koman'ı Susurluk Komisyonu'na getirmek mümkün olmamıştı. JİTEM'in varlığı bile inkâr ediliyordu. Ama artık kimse dokunulmaz değil... Son bir tespit: Susurluk'ta her şey aydınlansın diye yollara dökülen sol aydınlar, nedense Ergenekon'un açığa çıkmasına karşı bir hayli direndiler. Erbakan'ı haksız yere "Susurluk'u fasa fiso gibi görüyordu" diye suçlarken, Ergenekon davalarına çoğu kez "fasa fiso" gözüyle baktılar.

1124. Casusluk. 3. MİT Raporunu ele geçirdik!

Sayın okuyucularım, büyük bir habercilik başarısı göstererekten 3. MİT Raporunu ele geçirmiş bulunuyoruz ve derhal yayınlıyoruz:

Eymür depremi! Tüm ifadeyi yayınlıyoruz

yeni haber Giriş Saati : 08.12.2011 09:58 Güncelleme : 08.12.2011 10:04

Eski MİT’çi Eymür’ün 9 sayfalık ifadesi, Ağar’ın “Bir tuğlayı çekersem duvar çöker” dediği, siyasetçi, istihbaratçı, askerler ve mafyadan oluşan yapıyı yıkacak etkide.

Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel'in yürüttüğü faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturma kapsamında geçen hafta sorgulanan eski MİT'çi Mehmet Eymür'ün dokuz sayfalık ifadesine Taraf ulaştı. "Gayri resmi oluşumun MİT ayağını oluşturmak"la suçlanan ve yurtdışı yasağı getirildikten sonra serbest bırakılan Eymür, ifadesinde, içinde özel harekât polisleri, askerler, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın da yer aldığı oluşumun adam kaçırdığını, infazlar yaptığını ve haraç aldığını örneklerle anlattı. Taraf gazetesinin haberine göre; bu yapılanmaya karşı mücadele ettiği için tehdit edildiğini söyleyen Eymür'ün dokuz sayfalık ifadesinin geniş özeti şöyle:

Bulgaristan istemedi, döndüm

"1966 yılında MİT Başkanlığı'na takip memuru olarak girdim ve ilk görevim İstanbul'daydı. Babam da MİT Başkanlığı'nda çalışıyordu. Kendisi İstanbul Bölge başkanıydı. Onun zamanında MİT'e girmeyi çok istiyordum, ancak o etik bulmadığı için onun emekliliğinden sonra girdim. İstanbul ilinde Ortadoğu Masası'na baktım. 1968-70 yıllarında yedek subay olarak görev yaptım, askerlik sonrası İstanbul'da tekrar göreve başladım. 1975'te Ankara'ya tayin edildim, Ankara Takip Şube Müdürü oldum. 1978'de MİT okuluna, 1980'de ise Bulgaristan'a tayin edildim, yaklaşık iki yıl burada kaldım. Sürem dolmadan Bulgaristan'ın talebi üzerine Türkiye'ye geri çekildim. Mardin'de Şube Müdürü oldum. Burada 1 yıl Şube Müdürlüğü yaptım. Bu yıl içerisinde başarılı operasyonlar yaptım, bunun üzerine Ankara'da MİT Müsteşarlığı'nda Kaçakçılık Dairesi Başkanı olarak görevlendirildim. 1987'de Kaçakçılık Daire Başkanı oldum. 1988'de kamuoyuna yansıyan '1. MİT Raporu' üzerine teşkilattan ayrılıp emekliliğimi istemek zorunda kaldım.

Eken'i kendime ortak yaptı

Teşkilattan ayrılmam sırasında Korkut Eken de ayrıldı. Bana 'Madem siz ayrılıyorsunuz ben de ayrılacağım, görev yapamam' dedi. Bunun üzerine Eken ile Antalya'da buz fabrikası kurduk. Aslında onun bir katkısı olmadı ancak onu kardeşim gibi sevdiğimden ortak ettim. 1994 yılı mayıs ayına kadar fabrika çalıştı. Antalya'da bulunduğum sırada yanıma Şenkal Atasagun geldi, o da MİT'ten ayrılmak istiyordu, bana 'Antalya'da özel güvenlik şirketi çalıştıralım' dedi. Daha sonra Atasagun'un MİT'te etkili bir hale getirilmesinden sonra Sönmez Köksal MİT Müsteşarı oldu. İkisinin de yakın arkadaşlıkları vardı. Bir gün Atasagun aradı 'Seni tekrar MİT'te istiyoruz. Abdullah Öcalan'ı yakalamak üzere bazı görevler verildi, bunu en iyi senin yapabileceğini düşünüyoruz, ne dersin' dedi.

Çiller'e, "Ağar'a dikkat" dedim

Bir arkadaşım beni Tansu Çiller'e methetmiş. Bu arkadaşım o dönem Çiller'in gayriresmi danışmanıydı. O dönem Çiller'in eşi Özer Çiller beni Ankara'ya çağırttı. Yüz yüze görüştük, bu görüşmede Özer Çiller bana 'Size MİT'te görev vermeyi düşünüyoruz' dedi. Hiçbir resmi sıfatı olmayan birinin bana bunları söylemesi garibime gitmişti. Özer Çiller ile görüşmelerimiz devam etti. Bazen lüzumsuzluklar yapıyordu. Zeynep Özal'a jaguar hediye eden, ismini hatırlamadığım şahısla samimiydi. Bu şahıslarla çok samimi olmamasını, bunların yanlış adamlar olduğunu, özellikle Mehmet Ağar'a dikkat etmeleri gerektiğini söyledim.

Kaçaklar Ağar'la görüşüyordu

Bunu söylememdeki gerekçem, ben Ağar ile çok eskiden beri tanışıklığı olan bir insanım. Kendisiyle önceleri çok samimiyetim vardı. Bekar olduğum zaman Ağar, İstanbul'dan Ankara'ya geldiğinde evimde kalırdı. Ağar'ı ilk kez İstanbul Asayiş 2. Şube Müdür muavini iken tanıdım. O zaman açık söyleyeyim İstanbul'da meşhur bir kadın vardı, Ağar'ın elbiselerini alıyordu. Bunu şüpheli gördüm. İlişkileri çok geniş biriydi. Dostları arasında çeşitli kaçakçılar, mafyavari adamlar bulunuyordu, bunların isimlerini hatırlamıyorum ama 1. MİT raporunda ayrıntılı olarak vardır. Hatta o dönemde kaçakçılığa baktığım için İnterpol aracılığıyla gelen bazı yazılarda yurtdışından bazı kaçakçıların İstanbul Emniyeti'ni aradığı, bu numaranın da kime ait olduğunu araştırdığımda Ağar'ın makamının telefonu olduğunu gördüm. Birkaç kez ikaz ettim, dinlemelerde de bazı şeyler çıkmıştı, kendisinden uzak durdum. 1994 yılı mayıs ayında MİT Başkanlığı'nda bulunan Özel İstihbarat Daire Başkanlığı'na geldiğimde Mecit Baskın, Namık Erdoğan, Faik Candan cinayetleri işlenmişti. Bu konuları tam hatırlamamakla birlikte Av. Yusuf Ekinci cinayeti hakkında biraz bilgim vardır. Ekinci'nin oğlu gazetelerde Ağar'a babasının cinayeti için müracaat etmiş, ondan sonra tehditler aldığını söylüyordu. Biz de o dönem dinleme yapıyorduk, özellikle terör ve yolsuzluklarla ilgili. Bu dinlemelerde Yeşil'in de gittiği 'Rüzgar Güvenlik' isimli bir yer vardı, buraya takılan özel harekâtçıların gelip geldiği, ismini hatırlamadığım bir paşanın da olduğu, MHP'nin Rusya Başkanlığını yapan İrfan isimli bir şahıs da bu güvenlik şirketinde yapılan görüşmelerde bu cinayetin özel harekât polisleri ve devlette görevli bir kısım şahıslar tarafından işlendiği ortaya çıkmıştı.

Gerçek ismi Mahmut Yıldırım'dır. Bu şahıs Elazığ'da bulunan bir memurun aracılığıyla bana söylendi. Yeşil isimli şahıs ilk Elazığ'da MİT adına çalışıyormuş, daha sonra kontrolden çıkınca bizimkiler bunu bırakmışlar. Bu da bunun üzerine JİTEM'e çalışmış. Kendisine resmi kimlikler verilmiş, hatta kimliklerinde Başbakanlık İstihbarat şeklinde yazılar vardı. Kendisinde hem Jandarma kartı hem de Başbakanlık kartı vardı. Bu şahıs 1995 yılına kadar JİTEM ile birlikte çalışmış, ancak kontrol edilemeyince ve sıkıntılar yaratınca bölgedeki komutan tarafından Güneydoğu'dan çıkarılmış ve Ankara'ya taşınmış. Ankara'ya gelince Elazığ'daki memur arkadaş bana getirdi, memur bana 'sizin çalışmalarınızda yararlı olabilir' dedi. Ben de görevim öncelikle yurtdışı olduğu için ve birinci önceliğimizde Abdullah Öcalan'ın yakalanması olması sebebiyle bu şahsın yöreyi iyi bilmesi, Kürtçe konuşması, çevresinin geniş olması düşünülerek bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum. Yeşil de zaten boşlukta kaldığını hissettiği ve kendisine bir kapı aradığı için bu teklifimizi kabul etti. Yurtiçinde hiçbir görevde yer almayacağını söyledim. O dönemde Yeşil'in hiçbir araması yoktu. Ancak birçok faili meçhul işine karıştığını sonradan öğrendim. Aytekin Özel isimli bir jandarma subayıyla birçok olaya karıştığını duydum. Bir ara altındaki arabanın kayıtsız olduğunu söyledi. Elinde yirmi yeri aynı anda patlatacak bir sistem vardı, daha sonradan bu sistemin Cem Ersever'den alınan sistem olduğunu gazetelerden ve Hanefi Avcı'nın beyanlarından öğrendim. Bir ara bir olaya karıştığından gözaltına alındı. Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar'ın talimatıyla.

İki İranlının öldürülmesi olayı

Gözaltına alınma sebebi Lazem Esmaeli, Asger Simitko isimli iki İranlının öldürülmesi olayıyla ilgiliydi. Emniyette Yeşil'i kendi ifadesine göre iyice bir dövmüşler. Biz hiçbir şekilde müdahil olmadık, hatta bu iddialar üzerine Yeşil'i sorguladım. Sorgu kayıtları MİT Başkanlığı'ndadır. Sorgu sonucunda Yeşil'in bu olayla ilgisinin olmadığını, ancak Yeşil'in kaçırdığını düşünerek kaçırılanlardan birinin kardeşinin gönderdiği Ankara Ziraat Bankası hesabına gönderilen parayı aldığını öğrendik. Söz konusu bu paranın bir kısmını da İbrahim Şahin'e verdiğini tesbit ettik. Yaptığımız araştırmadan da bu iki İranlının Abdullah Çatlı ve yukarıda belirtmiş olduğu özel harekâtçıların içinde bulunduğu ekip tarafından öldürüldüğünü tesbit ettik çünkü bu şahısların tepe lambalı polis arabalarıyla gelen şahıslar tarafından alındığını ve öldürme olayını daha sonradan gerçekleştirdiğini saptadık.

Buldan'ın parasını Ağar aldı

Tarık Ümit yapı itibarıyla kontrol edilmesi zor bir kişiydi, asabi kavgacı bir şahıstı kendisi hem MİT Başkanlığı'na hem de daha sonradan emniyet genel müdürü Ağar'ın talimatıyla emniyet adına çalışmaya başladı. Benim MİT Başkanlığına dönmemle birlikte tekrar MİT ile çalışmaya devam etti. Ben MİT'e dönmeden önce emniyet adına çalıştığı sırada kendisine yeşil pasaportlar, sahte kimlik kartları ve sahte araba plakaları verilmiş ve birtakım infaz işlerinde kullanılmış. Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım cinayetinde bizzat görev aldığını kendisinden öğrendim. Savaş Buldan'ın üzerinde çıkan paraları almışlar, yanında bulunan özel harekâtçılarla birlikte Ağar'a getirmişler, getirdikten sonra da bu parayı paylaşmışlar.

Özel harekâtçılar korundu

Bunu nereden biliyorsunuz diye sorarsanız Susurluk kazası olduğunda Mehmet Özbay isimli şahsın Abdullah Çatlı olduğunu kamuoyuna bildiren şahıs benimdir. Bu çetenin ortaya çıkması için uğraşan ve basın aracılığıyla kamuoyuna çıkmasını sağlayan kişi de benimdir. Tarık Ümit'in yaşadığını zannetmiyorum. Tarık Ümit ölüm listesini bana verdiğinin öğrenilmesi sebebiyle yukarıda belirttiğim ekip tarafından öldürülmüştür. Bu kanıya varmamın sebebi de Tarık Ümit'in kaybolmadan önce Abdullah Çatlı tarafından sorgulandığını, en son özel harekâtçı polisler tarafından alınıp götürüldüğünü, götüren polislerin isimlerinin Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça olduğunu tesbit ettim. Bu bilgilerimi Tarık Ümit'in kaybolması olayını soruşturan Astsubay olan Ahmet Altınaş'a personelim aracılığıyla verdi. Ahmet Altıntaş isimli astsubay da bu soruşturmayı çok güzel bir şekilde yürüttü. Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu'nu gözaltına aldı. Bunun üzerine İbrahim Şahin, Astsubay Ahmet Altıntaş'a müdahale ederek 'Sen benim polislerimi nasıl alırsın' demiş. O da 'gelirsen seni de alacağım' demiş. Fakat ne olduysa bir süre sonra hava değişti, astsubay Ahmet Altıntaş Diyarbakır'a tayin oldu, Diyarbakır bölge başkanlığına Ahmet Altıntaş ile görüşmelerini söyledik, ancak Altıntaş bizimle görüşmeyi reddetti. Daha sonra Susurluk Komisyonu'na ifade verdi ancak Altıntaş bu ifadesinde çoğu şeyi reddetti. Muhtemelen bu olay sebebiyle korktu, daha sonra da Ahmet Altuntaş'ın Giresun'da Veli Küçük'ün emrinde çalıştığını öğrendim, daha sonra bu durumu Veli Küçük'e sordum kendisi de bana 'Ahmet Altuntaş'ın himaye etmesi için kendisine verildiğini' söyledi.

Ağansoy için uyardım, dinlemediler

Ömer Lütfü Topal cinayetini işleyen kişileri Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu'na Duran Fırat aracılığıyla bizzat ben bildirdim. Hatta aynı zamanda birkaç gün sonra Alaattin Çakıcı'nın yaptırmış olduğu Nurullah Tevfik Ağansoy cinayetini de bu cinayet işlenmeden birkaç gün önce il müdürü Kemal Yazıcıoğlu'na bildirdi. Kendisine yapmış olduğumuz dinlemelerde Çakıcı'nın Ağansoy'a bir eylem yapacağını, bu konuda hazırlıklı olmasını söyledim. Yazıcıoğlu da 'Çakıcı benim bulunduğum bölgede eylem yapamaz' dedi ve bizi dikkate almadı. Ama söz konusu cinayeti Çakıcı gerçekleştirdi.

40 kişilik 'ölüm listesi'ni gördüm, Çakıcı MİT'teydi, Ağar'a çalıştı

Bu olayı bana eski Çırağan Oteli'nin karşısından çıkılan yokuşun ortasında ismini hatırlamadığım bir otelde bana anlatırken bu kayıt yapılmış, bu kayıtlar MİT Başkanlığı'nda bulunmaktadır. Çünkü bu kasetler elime geçince ben bunu MİT Başkanlığı'na verdim. Tarık Ümit, göreve döndüğüm ilk günlerde İstanbul'a geldiğimde bana 'telefon açarak görüşmek istediğini söyledi' bunun üzerine ben Tarık Ümit'in İstanbul'da bulunan evinde görüştüm. Tarık Ümit'in Kızıltoprak'ta bir evi vardı, bu evde yaptığımız görüşmede bana '40 kişilik ölüm listesi' olduğunu söyleyerek bu listeyi bana verdi. Bunlardan bazılarının üzeri çizilmiş ve infazları vardı, gördüğüm kadarıyla Behçet Cantürk ismi de çizilenler arasındaydı. Bana bu listenin yukarıda sözünü ettiğim oluşum tarafından verildiğini söyledi, bunun üzerine ben de bunu MİT Müsteşarlığı'na rapor ettim. MİT Müsteşarlığı olarak faili meçhul olaylarla ilgilenmeye başladık, ayrıca Tarık Ümit'i de tekrar kullanmaya başladık.

Gerek Yeşil'in gerekse Tarık Ümit'in MİT Başkanlığı olarak bizim tarafından kullanılması tamamen MİT prosedürü içinde gerçekleşmiş bir olaydır. Benim şahsi bir inisiyatifimde olan olaylar değildir. Yine bana sormuş olduğunuz Şahin Arslan, Fevzi Arslan ile Medet Serhat, İsmail Karaoğlu cinayetleri de, yukarıda belirttiğim ekip tarafından işlenen cinayetlerdir. Özellikle Medet Serhat, sorguladığım için tanıdığım biridir. Kürtçü bir adamdır. Cantürk'ün de avukatıdır ve Kürt camiasında da saygınlığı olan kişidir. Kendisi şiddete bulaşmamış bir kişi olmasından dolayı o zaman terör ve Kürt sorununun çözümünde MİT Başkanlığı olarak tavsiyeleri alınan bir kişidir. Ancak Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin tarafından yönetilen söz konusu oluşum, "Terörle Mücadele" adı altında Medet Serhat'ı öldürmüştür.

Çakıcı MİT'teydi, Ağar'a çalıştı

Çakıcı'yı benim tanımam 1988 yılından öncedir. Kendisini bizzat İstanbul Bölge tavsiye etmiştir. Aslında yapı itibarıyla korkak bir insandır, ürkektir, bu ürkekliği ve korkaklığından dolayı da birçok sıkıntı yaşamıştır. Bu bize geldikten sonra kendisini yurtdışında kullanmak amacıyla onu ve ekibini çalıştırmaya karar verdik. Bu kapsamda Korkut Eken kendilerini eğitti. Tabii bu arada Eken, Çakıcı ve ekibini eğitirken Çakıcı'nın etkisinde kaldı, biraz mafyavari hareketlere ve babalığa özendi. O dönemlerde bana gittiği yerlerde hesap ödemediği, biraz kabadayı vari davrandığı şeklinde kulağıma haberler geldi. Benim duymamdan Eken rahatsız oluyordu. Ancak Çakıcı'yı öyle iddia edildiği gibi çok mühim iş ve eylemlerde kullanmadık. Ben ikinci kez MİT'e döndüğümde ise kendisi ile hiçbir şekilde irtibat kurmadım. Yalnız benim ilk MİT'ten ayrıldıktan sonra Yavuz Ataç'la çok samimi olmuş, hatta ona araba hediye etmiş. Ancak ben MİT'e geri döndükten sonra yardımcım Yavuz Ataç'a Alaattin Çakıcı'yla irtibatını kesmesini söyledim. Hatta Ataç'a 'Çakıcı'yı bu hale biz getirdik, adam bakanlara, devlet görevlilerine posta koyuyor, bunu bizim pasifize etmemiz lazım. Yoksa sıkıntı doğuracak. Kendi kafasına göre iş adamlarına suikast yapmak için planlar yapıyor' dedim. Yavuz Ataç, Alaattin Çakıcı'ya bildirmiş, bu yüzden o da bana düşman oldu ve bana haber göndererek benim çocuğumun kafasını koparmakla tehdit etti.

6 milyon dolar için Topal'ı öldürdüler

Ömer Lütfü Topal cinayetini yukarıda belirttiğim oluşum içinde yer alan Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz isimli özel harekât polislerinin gerçekleştirdiğini hem olay öncesindeki duyumlardan hem olay sonrasında Duran Fırat isimli yanımda çalışan Astsubay kökenli memurun yaptığı araştırmalardan tesbit ettim. Ayrıca şu an hatırlamıyorum ama başka kaynaklardan da bunu tesbit ettik. Çünkü Duran Fırat MİT'te göreve başlamadan önce Özel Harp Dairesi'nde görevli astsubaydı. Yukarıda isimleri geçen özel harekâtçıların bir kısmıyla sıkı fıkı ilişkisi oldu, onları tanıyordu, hatta bir kısmına hocalık yapmıştı. Bu sebeple kendileriyle ve bir kısım özel harekâtçılarla çok sık görüşüyordu. Ayrıca bizim o tarihlerde Sedat Bucak'la da irtibatımız vardı. O irtibatımızda bu cinayetin ismini yukarıda sıraladığım özel harekâtçılar tarafından işlendiğini bildirdi. Hatta Sedat Bucak'ın akrabası olan Fatih Mehmet Bucak MİT'te görevli bir arkadaşımız tarafından alınan bir beyanında bu cinayetin özel harekâtçı polisler ve Sedat Bucak'ın içinde olduğu ekip tarafından gerçekleştirildiğini, Topal'dan 6 milyon dolar para istendiğini, bu kapsamda paranın verilmemesi üzerine söz konusu cinayetin gerçekleştirildiğini söyledi. Bu beyan Fatih Mehmet Bucak tarafından inkâr edilse de buna ilişkin rapor ve tutanak eğer imha edilmediyse halen MİT Başkanlığı'ndadır. İmha edildiyse de ne maksatla imha edildiğini de araştırmak lazımdı. Fatih Mehmet Bucak bu beyanı verdiğinde Sedat Bucak'la arası iyi değildi. Bundan dolayı bu bilgiyi bizimle paylaştı... Kumar demişken yukarıda söylemeyi unuttuğum Topal cinayeti aslında kumarhaneleri ele geçirme operasyonuydu. Bu benim şahsi fikrimdir.

Yaprak'ı kaçırdılar, parayı Ağar aldı

Mehmet Ali Yaprak kaçırılmadan önce yukarıda belirttiğim oluşum tarafından 'Sen ölüm listesindesin, para vermediğin takdirde öldürüleceksin' diye tehdit edilmiş. Bunun üzerine Yaprak, yüklü bir miktar para ödemiş, bu ödemeyi de Mehmet Ağar'a yapmış. Ağar da bu parayı kimseye vermemiş, bu duyumu teşkilatımızda o dönem çalışan Müfit Sement isimli şahıs ile yine bu olayın içinde olan İzmir'de antikacılık yapan ismini tam hatırlayamadığım şahıs tarafından öğrendim. Daha sonra Yaprak'ın ödediği bu paradan pay alamayan Abdullah Çatlı ve ekibi Sedat Bucak'ın da bilgisi ve onun da işin içinde olduğu bir şekilde götürmüşler. Müfit Sement isimli şahıs bana 'Bizimkiler Mehmet Ali Yaprak'ı kaldırmışlar' dedi. Sedat Bucak'ın Siverek'teki evine götürdüklerini söyledi. Ayrıca yukarıda belirttiğim Ağar'ın para alma olayını da bu esnada anlatmıştı. Daha önce Yaprak'la arkadaş olan ve benim de tanıdığım Haluk isimli şahıs beni telefonla arayarak Yaprak'ın kaçırıldığını söyledi. Ayrıca Yaprak'ın bu şekilde ikinci defa kaçırıldığını belirtti. Haluk isimli şahısla da Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı'nın yanında tanışmıştım. Haluk isimli şahsa 'Sedat Bucak'ın Siverek'teki evlerine bakın' dedim o da 'tamam abi' dedi. Mahalli polise haber verdiler ve hakikaten de Yaprak, Siverek'te bulundu ve kurtarıldı. Hatta telefon konuşmasında ben Haluk'a 'Yaprak'ın tekin bir şahıs olmadığını' söylediğimde "Abi bu hayat meselesi, Yaprak benim yakınım' dedi. Hatta bu konuşmalar Hanefi Avcı tarafından kayda alınmış. Çünkü Hanefi Avcı o dönemde bizi gayriresmi dinliyordu. O dinleme kayıtları şuan nerededir bilemiyorum. Mehmet Ali Yaprak kendisini kimlerin kaçırdığını biliyor, o da o dönemde korktuğu için isimleri kesin olarak tanımadığını söylemiş olabilir ama Müfit Sement isimli şahsı bulduğumuz zaman benim anlattıklarımı teyid eder, çünkü Müfit Sement ilk önce bize bu işin içinde kesinlikle kendisinin olmadığına dair ifadede bulunmuştu. Biz de kendisine inanarak, onu bu işin dışında tutmaya çalıştık. Hatta sonradan öğrendik ki Müfit Sement de bu işin içindeymiş. Sonra kendisiyle ilişkimizi kestik.

Hanefi Avcı karanlık işler yapıyordu

Sedat Peker'in ifadesinde geçtiği üzere Hanefi Avcı'nın söz konusu bu oluşumla nasıl bir irtibatı olduğunu bilmiyorum ama Hanefi Avcı'nın karanlık işler yaptığını biliyorum. PKK terör örgütünde bulunup da Pişmanlık Yasası'ndan yararlanan şahısları İstanbul iline getirdiğini ve bu şahısları kullandığını biliyorum. Her ne kadar da Hanefi Avcı Susurluk Komisyonu'ndaki ifadesinde söz konusu oluşumu deşifre eden açıklamalar yapmış olsa da, söz konusu ifadeleri ayrıntılı incelendiğinde Avcı, Ağar'dan bir kez bahsetti, sanki olayın bir tek sorumlusunun Yeşil gibi gösterdiği, ama bu olayı asıl yapan ve yaptıranları sakladığı görülecektir. Hanefi Avcı söz konusu cinayetler işlendiği zaman özellikle Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve Medet Serhat cinayetlerinde İstanbul İstihbarat Müdürü olarak görev yapıyordu. Abdullah Çatlı'yı Abdullah Çatlı olarak biliyordu. Hatta Abdullah Çatlı'nın evinde bildiğim kadarıyla o tarihte aramada yapmıştı. Hiç bir şekilde Abdullah Çatlı'ya dokunmadı. Yine söz konusu faili meçhulleri yapanları bulmaya yönelik çalışmalar yapılmadı. Ayrıca Hanefi Avcı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Başkan Yardımcısı'yken Genel Müdür de Mehmet Ağar'dı. Yine İstihbarat Daire Başkanı Emin Aslan'dı. Emin Aslan, Mehmet Ağar'ın sağ koluydu. Her türlü pasaport veren, resmi belge düzenleyen ve resmi belgelerde imzası bulunan şahıs Emin Aslan'dı. Benim tahminime göre Emin Aslan ile Hanefi Avcı'nın bu işlerden haberinin olmaması mümkün değildir. Zaten o günlerde hatırlarsanız Gebze'de yakalanan iki itirafçı üzerinde sahte kimlikle ve silahla ve telsizle ele geçiriliyorlar, kendilerine soru soran polislere 'Biz Hanefi Avcı ile çalışıyoruz' diye söylüyorlar, ondan sonrada bırakılıyorlar.

KUM listesi yoktu, infaz listesi vardı

İbrahim Şahin'in ifadesinde geçen benim Mehmet Ağar ile çok samimi olduğum, göstermelik olarak aramızda sorun bulunduğu, Korkut Eken'i birlikte kullandığımız iddiasını kabul etmiyorum. Ayrıca İbrahim Şahin'in ifadesinde geçen 'KUM listesi' diye bir listeyi hatırlamıyorum. Yukarıda belirttiğim gibi Kürt işadamlarına ilişkin 40 kişilik bir listeyi gördüm.

Çiller devlet yapısını bilmiyordu

Ben Nuri Gündeş'in yukarıda belirttiğim söz konusu yapılanma içerisinde direkt bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Ancak Nuri Gündeş Abdullah Çatlı'yı tanır ve Abdullah Çatlı'yı yurt dışında kullanmıştır. Memduh Samuray Bayraktaroğlu'nun talimatla alınan ifadesinde belirttiği gibi Mehmet Ağar, Özer Çiller, Başbakan Tansu Çiller ve Nuri Gündeş'i terörle mücadele adı altında kamu güvenliği biriminin kurulmasını istedikleri konusunda bizzat bir bilgim yoktur. Yalnız yukarıda belirttiğim üzere ben Özer Çiller'in hiçbir hukuki sıfatı bulunmadığı halde belirli bürokratlarla iş ilişkilerine girmesini biraz yadırgıyordum, bunu Tansu Çiller, devlet yapısını iyi bilmediği için ve erkeklerle irtibat kurmakta biraz sıkıntı çektiğinden eşi Özer Çiller'i bir danışman gibi kullanıyordu. Mehmet Ağar'ın Özer Çiller ile çok samimi ilişkiler içerisine girmesini görmem üzerine kendisini bu konuda uyarmıştım. Ancak sonraki süreçte görüldüğü üzere Mehmet Ağar, Özer Çiller'i ve Başbakan Tansu Çiller'i fazlasıyla etkiledi. O dönemde de Tansu Çiller'e söylenen "erkek gibi kadın" , güvenlik işleriyle uğraşanlar Başbakan Tansu Çiller için "cesur kararlar alıyor, erkek gibi kadın" şeklinde söylenen sözler kendisini etkilemekteydi. Bu yüzden bazı şeylerin kendi inisiyatifi dışında yapılmasına ses çıkarmamıştı. Ben Başbakan Tansu Çiller'in iyi niyetli olarak terör politikasına destek verdiğini biliyorum, hiç bir zaman da "şunu öldürün bunun parasını alın" diye de söylediğini zannetmiyorum. Ancak yukarıda belirttiğim gibi devlet tecrübesinin az olması ve bunu bilen Mehmet Ağar ve ekibi, Tansu Çiller'in eşi Özer Çiller'e bazı yanlışlıklar yaptırmış olabileceğini düşünüyorum.

Bizi toplantıdan çıkarttılar

Buna bir örnek olarak da; biz Başbakanla birlikte İsrail'e gitmiştik, İsrail'de MOSSAD Başkanı ve heyetiyle görüştüğümüz sırada muhtemelen Mehmet Ağar'ın talebi ve Başbakan'ın direktifi ile söz konusu toplantıdan Sönmez Köksal ve ben çıkartıldık. İçeride sadece Başbakan Çiller, Ağar ve İsrailli istihbaratçılarla kaldı. Ne konuştuklarını bilmiyorum, ancak bu uygun bir davranış değildi. Yine gördüğüm kadarıyla Başbakan Tansu Çiller'in terör konusunda en güvendiği isim Mehmet Ağar olarak gözükmekteydi.

Çakıcı'yı kullandılar

Hüseyin Baybaşin isimli uyuşturucu ticareti yapan şahsın basına çıkan Mehmet Ağar ile ilgili iddialarını biliyorum. Bu iddialar sadece Mehmet Ağar ile ilgili değildi. Bir kısım başka kişiler hakkında da iddialarda bulunuyordu. Hatta bana yansıyan uyuşturucu dolu batırılan 'KISMETİM' gemisindeki uyuşturucuya ilişkin ortaklıktan bahsediyordu. Benim söz konusu iddialarla ilgili direkt araştırmam ve bilgim yoktur. Ancak yüzde 25'i bile doğru olsa bunlar çok vahim durumlardır. Yukarıda söylemeyi unuttuğum, ben Alaattin Çakıcı'yla irtibat kesildikten sonra Alaattin Çakıcı'yı Mehmet Ağar ve ekibi kullanmaya başladı. Bu durumu o zaman MİT Başkanlığı Alaattin Çakıcı ile ilgili telefon izleme faaliyeti yapıyordu, bu konuşmaların içeriğinde Alaattin Çakıcı Erol Evcil ile konuştuğu sırada Mehmet Ağar'dan bahsediyordu. Ancak şu an içeriğini tam hatırlamıyorum, aradan çok uzun zaman geçti.

Hakkımdaki suçlamalar asılsız

Ben kesinlikle üzerime atılan hiç bir suçlamayı kabul etmem. Susurluk kazası sonucuyla kamuoyuna yansıyan bu çeteyi deşifre etmek amacıyla bizzat ben çalıştım. Ayrıca bu husus zaten benim görevimdi. Ben bu anlamda görevimi iyi yaptığımı hem de demokrasiye çok hizmet ettiğimi düşünüyorum. Ayrıca Susurluk kazasından sonra da yaşanan adli soruşturmada İstanbul DGM Savcısı olan Aykut Cengiz'e çok yardımda da bulundum. Bu husus kendisine de sorulabilir. Çünkü o zaman bana 'MİT bize hiç bilgi vermiyor' demişti. Ben de bunun üzerine kendisine yardımcı olmaya çalıştım ve 2005 yılından itibaren Türkiye'deydim. Herhangi bir şekilde yurt dışına gitme gibi bir durumum yok. Artık yurt dışına da gitmem. Ayrıca ben Amerika'da görevliyken bulunuyordum. Görevimi süresinden önce sonlandırmak istediğimde kızımın da okulu vardı. Ben bu nedenle emekliye ayrıldım ve kızımın okulu bitene kadar Amerika'da kaldım. Benim hakkımda hukuk devletinde olmayan bir şekilde oluşturulan örgütte MİT'in başındaki kişi olarak gösterilmem tamamen art niyetli bir davranıştır..."

MİT'i uyardım: Bu şebekeye dikkat

Susurluk olayı patlak vermeden önce MİT Kontr-terör Dairesi Başkan Yardımcısı olarak tüm MİT bölge başkanlıklarına bir yazı yazdım. Devlet içinde görev yapan etkili şahısların güdümünde bir kısım kamu görevlilerinin de içinde olduğu, siyasi cinayetler işleyen, haraç toplayan bir terör örgütü geliştiği, isimlerini tek tek yazdığım bu şahısların izlenerek konu üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğini belirten bir yazı yazdım. Yazı üzerine daha sonra duyduğum kadarıyla MİT İstihbarat Başkanı olan Miktat Alpay isimli kişinin bu yazıyı tek tek bölge başkanlıklarından geri aldığı, yazının kayıtlı olduğu defteri eksilterek, yeni kayıt defteri açtığını öğrendim...

Kozinoğlu'nu istemedim

MİT Başkanlığı'nın yabancı istihbaratçılar gibi operasyonel bir birliği olmadığı için bazı zafiyetler ortaya çıktı. Bunun için MİT Başkanlığı olarak Özel Harp Dairesi'nde görev yapmış bazı askerî şahısların MİT bünyesine alınması kararı çıktı. Bu kapsamda Albay Orhan Çoban başkanlığında 5-6 kişilik bir ekibi MİT Başkanlığı'na aldık, ancak ben bunlardan Kaşif Kozinoğlu'nun MİT'e alınmasına karşı çıktım. Çünkü Kozinoğlu, özel harpte de problemleri olduğu için, birçok gayriyasal işlere karıştığını duymuştum, Bu durumu Orhan Çoban'a aktardığımda "Biz ekip olarak gelir gideriz, bu isteğiniz ayıp olur" dedi. Karşı çıkmama rağmen Kozinoğlu da MİT'e alındı. Kozinoğlu MİT'te görevliyken altındaki subayla birlikte kendi kendine İHD Başkanı Akın Birdal'ı öldürmek üzere plan yaptığı istihbaratı bana geldi. Bana sordular 'Bu olaydan haberiniz var mı' dediler, ben de 'haberimin olmadığını' söyledim. Bunun üzerine soruşturma açtım, ifadesini aldım ve Kozinoğlu'nu cezalandırdım. Buna ilişkin tümü yazılı belgeler MİT Başkanlığı'nda vardır. Bunun üzerine Şenkal Atasagun, Kozinoğlu'nu himayesine aldı ve kendi dış istihbarat başkanlığında kullanmaya başladı.