8 Aralık 2011 Perşembe

1125. Casusluk. 3. MİT Raporu: Önceki Gelişmeler

Eymür çok şey biliyor


Dün gözaltına alınan Mehmet Eymür, uzun seneler (1966-1988; 1994-1998) MİT'te görev yapmıştı. 1980'li yıllarda, Eymür, Özal'ın yakınıydı. Hatta, Zeynep Özal'ın davulcu Asım'la evlenmesini engelleme operasyonuna bile adı karışmıştı. O günlerde gazetelere Asım'ın kaçırılmak istendiği haberi yansımış, Zeynep Hanım da "Kraldan fazla kralcılar benim evliliğimin önünü kesmek için bazı girişimlerde bulundular" demişti. 1988'de MİT raporu denilen bir rapor piyasa sürüldü. İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar hedeflerden biriydi. MİT ile Emniyet arasındaki yetki çatışmasının böyle bir raporun kaleme alınmasında etkili olduğu anlaşılınca, MİT Müsteşarı Korgeneral Hayri Ündül ile Mehmet Eymür emekliye sevk edildiler. 1994 Şubat'ında Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde, MİT'te özel bir birim kuruldu ve Eymür, MİT KontrTerör Daire Başkanı oldu. 22 Eylül 1996'da gene Mehmet Ağar'ı hedef alan 2. MİT raporu Aydınlık dergisinde yayınlandı. Bunun da, müellifinin Mehmet Eymür olduğu ileri sürüldü. Rapor, Mehmet Ağar'ın Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi isimlerle ilişkisi olduğunu iddia ediyordu. Tansu Çiller görevden ayrıldıktan sonra, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın yerine, Şubat 1998'de Şenkal Atasagun geldi. Atasagun, Mehmet Eymür'ü görevden uzaklaştırdı. Güvenlik birimleri, daha doğrusu MİT, JİTEM ve Emniyet arasında sürekli bir yetki çatışması yaşanıyordu. Meselâ, Mehmet Eymür, KontrTerör Daire Başkanı'yken, Yeşil (Mahmut Yıldırım) vasıtasıyla Öcalan'a yönelik operasyon yapmak istedi; onun kanaatine göre, bu operasyonu başka birimler sabote etti. Eymür, Tarık Ümit'i de kullanıyordu. Ümit, faili meçhul bir cinayete kurban gitti. (5 Mart 1995) Mehmet Eymür, bu kişiyi İbrahim Şahin'in adamları olan Özel Tim'den Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça'nın öldürdüğünü iddia etti. Buna mukabil, Emniyet'in zaman zaman istifade ettiği Alaaddin Çakıcı, Mehmet Eymür'ün hasmıydı. Refahyol devrilip, Yılmaz hükümetinin kurulmasından sonra, kamuoyuna yansıyan bazı telefon kayıtları, Alaaddin Çakıcı'nın, Pekin'deki MİT görevlisi Yavuz Ataç'ın MİT müsteşarlığında önemli bir makama getirilmesi için, ANAP'lı bakanlardan Eyüp Aşık nezdinde kulis yaptığını ele verdi. Çakıcı, Eyüp Aşık'la konuşmasında Mesut Yılmaz'a yaptığı hizmetleri (artık o hizmet neyse???) hatırlatıyor, buna mukabil Yavuz Ataç'ı daha önemli mevkilerde görmek istediğini söylüyordu. "Gözlüklü" kod ismiyle andığı Mehmet Eymür'ün ise, MİT'ten uzaklaştırılmasını talep ediyordu. (Bu kayıtlar 1997 sonu-1998 başına aitti) Nitekim, yukarıda da belirttiğim gibi, 1998'de Şenkal Atasagun'un MİT Müsteşarı olmasıyla Eymür görevden alındı. Yavuz Ataç da, Müsteşar Atasagun'un himayesi altında önemli bir yere getirildi.

YARIN: Eymür'den sonra Şenkal Atasagun mu?

Hanefi Avcı, Mehmet Eymür ve iddialar


Mehmet Eymür gözaltında... Eymür'ün, Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın'ın faili meçhullerle ilgili iddiaları kapsamında sorguya çekileceği ileri sürülüyor. Oysa, Çarkın, Özel Harekât'ın bazı üyelerinin suikastlara karıştığını söylemişti. Dolayısıyla, Özel Harekât ile ihtilâf halinde olan Mehmet Eymür'ün, Çarkın'ın hedefindeki kişilerle bir ilişkisi bulunduğunu hiç sanmıyorum. Buna mukabil, adı birçok olaya karışan Yeşil ve Tarık Ümit'le birlikte çalışmıştı. Eymür, Yeşil'i (Mahmut Yıldırım'ı), sadece Öcalan'a karşı operasyonlarda kullandığını söylüyor. Bununla beraber Yeşil'in başka kirli işleri oldu. Hatta,  "kumarhaneciler kralı" Ömer Lütfü Topal öldürüldüğünde, cebinden, "Yeşil"in isminin yazılı olduğu bir kâğıt çıkmıştı. Yeşil'i önceleri JİTEM kullanmış, sonra Eymür için çalışmaya başlamıştı. Hanefi Avcı, hem Emniyet'te, hem de MİT'te menfaat çetelerinin oluştuğunu ileri sürerek, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Sedat Peker, Drej Ali, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi isimleri "Emniyet grubunda" göstermiş, bunun karşısında Hadi Özcan ve Yeşil mafyasının Mehmet Eymür'le birlikte hareket ettiklerini belirtmişti. Hanefi Avcı'ya göre, bu iki grubunun çelişkisi, MİT-Emniyet kavgası diye takdim ediliyordu. Mehmet Eymür, cevaben, "Mehmet Ağar ve çevresiyle yıllardan beri çekiştiğim doğrudur. Ancak bu, kişisel bir çekişme olmayıp, mesleğimin gereği yürüttüğüm bir fazilet mücadelesidir" demişti. Hadi Özcan'la doğrudan ya da dolaylı hiçbir irtibatının olmadığını, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'la ilgili konulardaki çalışmalarının yasal sınırlarda kaldığını ve MİT'in üst makamlarınca bilindiğini açıklamıştı. Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve diğer 5-10 yargısız infaza ilişkin suçlamaların gerçekle bağdaşmadığını, o tarihlerde görevde olmadığını belirterek izah etmişti. Hanefi Avcı, Yaprak TV'nın sahibi Mehmet Ali Yaprak'ın ilk kaçırılmasında Mehmet Ağar ve ekibinin, ikinci kaçırılma olayında ise Mehmet Eymür'ün parmağının olduğunu ileri sürmüş, Eymür, hadiseyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını, söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu belirtmişti. Hanefi Avcı'nın suçlamaları ve Eymür'ün cevapları 1997'de Susurluk Komisyonu'na verilen ifadelerde yer almaktadır. Tahmin ediyorum, savcılık, Ayhan Çarkın'ın iddialarından ziyade, Hanefi Avcı'nın ortaya koyduğu tabloyu aydınlatmak üzere harekete geçti. Çünkü Susurluk Komisyonu'nda, herkes eteğindeki taşı döktü ama hiçbir şey sonuca bağlanamadı. Bakalım bu defa, nasıl gelişmeler olacak?

Susurluk'un yıldönümünde düşüncelerim


3 Kasım 1996'da meşhur Susurluk kazası cereyan etti. O tarihte, bir derin yapıdan söz edildi ama olay, sadece, birkaç polisin üzerine yıkılmak istendi. Ayrıca, perde arkasında dönen dolapların meydana çıkarılması amacıyla sivil toplum hareketlendi, "Aydınlık için bir dakika karanlık" eylemleri düzenlendi. Fakat bu eylemler, son derece maharetle manipüle edildi ve Susurluk protestoları, Refahyol protestosuna dönüştürüldü. Sanki, derin devletin temelinde Refah Partisi vardı. Erbakan'ın başka bir vesileyle sarf ettiği "fasa fiso" kelimesi, "Susurluk meselesine fasa fiso diyor" şeklinde kamuoyuna takdim edildi. Oysa Erbakan, Susurluk'un üzerine yeterince gitmediği sözlerine cevaben, o iddiaları "faso fiso" olarak nitelendirmişti. Susurluk'ta ortaya çıkan, "Derin yapının, menfaat çetesi haline dönüşmüş şekliydi." Ölüm listesinde yer alan Kürt işadamlarına, "para karşılığı, listeden çıkarılacakları" vaadi veriliyordu. Bunlardan en önemlileri, Captagon hapları dağıtıcısı Mehmet Ali Yaprak ve kumarhane sahibi Ömer Lütfü Topal'dı. Yaprak olayının üzeri, -Refahyol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın ısrarlı takibine rağmen-, yargı tarafından örtüldü. Ömer Lütfü Topal da, parayı birilerine ödemişti ama herhalde dağıtımdan payına düşeni alamayanların kurbanı olmuştu. Susurluk'ta konu polisin üzerine yıkılmış, Veli Küçük, Teoman Koman gibi isimler himaye görmüştü. İlk başlarda, -bir özeleştiri yapayım- ben de işin vahametini tam anlamıyla kavrayamamış, JİTEM- Özel Tim rekabeti yüzünden İbrahim Şahin ve arkadaşlarının haksız yere suçlandığını sanmıştım. Gerçi böyle bir rekabet vardı ama çeteleşen derin devletin içinde, hem Özel Tim mensupları, hem JİTEM, hem de bazı MİT elemanları yer alıyordu. Susurluk Komisyonu'na verilen ifadeler, özellikle Komisyon'da ve 32. Gün'de konuşan Hanefi Avcı'nın sözleri, olayın mahiyetini daha iyi anlamama vesile oldu. O günlerde Akşam gazetesinde şöyle yazdım: "Emniyet İstihbarat Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı'nın Susurluk Komisyonu'na söyledikleri bir hayli ilginç. Anlattıkları, sadece Özel Tim ve Mehmet Ağar'a yüklenmek istenen bir sorumluluğun, JİTEM ve MİT tarafından da paylaşıldığını ortaya koyuyor. Hanefi Avcı şöyle diyor: 'JİTEM'de, Cem Ersever ve Yeşil kod adıyla bilinen görevli; Emniyet'te Genel Müdür Ağar'a bağlı olarak çalışan Korkut Eken ve İbrahim Şahin; MİT'te Mehmet Eymür'e bağlı çalışan yüzbaşı Kaşif ve Duran Fırat ayrı ayrı ekipler oluşturmuşlardır.' Avcı, ayrıca, Kocaeli eski Alay Komutanı Veli Küçük'ün de adını 'çete üyesi' olarak veriyordu. Peki neden sadece Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Özel Tim'in üzerine gidiliyor? Ortada ya bir rekabet veya siyasi bir oyun var... DGM'deki telefon kayıtları, Çatlı'nın cep telefonuyla kimleri aradığını gösteriyor. Çatlı, Nevzat adına kayıtlı telefondan, 15 ve 16 Temmuz tarihlerinde, üç kere Albay Veli Küçük'ü aradı. Küçük, daha sonra Tuğgeneral oldu ve Giresun'a tayini çıktı. Çatlı, 23 Eylül 1996'da bu defa Giresun Jandarma Komutanlığı'nı aradı. Herhalde Veli Küçük ile konuştu. Polat adına kayıtlı telefonu kullanan Ömer Lütfü Topal'ın ortağı Sami Hoştan'ın da 24 Temmuz-24 Ağustos 1996 arasında Veli Küçük'ü aradığı telefon kayıtlarından anlaşılıyor. Polat adına kayıtlı telefondan, Sami Hoştan, Korkut Eken'le de irtibat kuruyor. Telefon kayıtlarının ışığı altında akla gelen soru şu: Acaba Sami Hoştan'ı da devlet mi kullanıyordu?" (12 Şubat 1997- Akşam)
***

Bugün Veli Küçük, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Ergenekon'dan tutuklu. MİT'ten Kaşif denilen kişinin (muhtemelen Kaşif Kozinoğlu), Oda TV ile ilişkisi ortaya çıktı. O da tutuklandı. 1996'da 3-5 polis memuruyla kapatılmak istenen koskoca Ergenekon, iyice deşifre oldu. 1996-1997'de Veli Küçük'ü ya da Teoman Koman'ı Susurluk Komisyonu'na getirmek mümkün olmamıştı. JİTEM'in varlığı bile inkâr ediliyordu. Ama artık kimse dokunulmaz değil... Son bir tespit: Susurluk'ta her şey aydınlansın diye yollara dökülen sol aydınlar, nedense Ergenekon'un açığa çıkmasına karşı bir hayli direndiler. Erbakan'ı haksız yere "Susurluk'u fasa fiso gibi görüyordu" diye suçlarken, Ergenekon davalarına çoğu kez "fasa fiso" gözüyle baktılar.